ADSIZ KADIN
Nuh Hüeyin KÖSE
Hava henüz aydınlanırken uyandı kadın. Sabah ezanı okundu okunacak. Güneş tepelerin ardından kızarmaya başlamamış hala. Havada tatlı bir yaz serinliği. Sokaklarda çıt çıkmıyor. Ne selvilere yuvalanan yusufçuklar uğulduyor ne de çayırdan kurbağa sesleri geliyor. Akşamdan iplere dizdiği bamyanın çiçeğini çıkartıp kurutmak için işliğin koluna asmadan önce, ahırda sabırsızlanan hayvanlarına sıcak yal yetiştirme telaşına düştü.İneği sağdı. Sonra buzağıyı anasının yanına saldı emsin diye. Hayvanları tek tek taradı, şefkatle. Altlarını temizledi. Sanki bir çocuğu sever gibi konuştu onlarla. Haftalardır dışarıda kuruttuğu gübreleri tekrar serdi ahıra. Hayvanların da altları kuru kalmalıydı.Çocukları ve kocası uyanmadan mutfağa girdi. Çay koyulmalı, çocuklara kahvaltı hazırlanmalıydı. Evin ihtiyarları çoktan kalkmış, divanın üstünde şekerleme yapıyorlardı. Beş, on dakika sonra nefis bir biber, patlıcan kızartması kokusu yayıldı ahşap evin tahta döşemeli odalarına. Muhtemelen domatesini de öldürmüştü. Sarımsaklı yoğurt kızartmanın olmazsa olmazıydı zaten. Bir yandan da üstüne çıktığı oturağa (sekmen) küfür sallayarak, biriken yoğurtları ahşap yayıkta çalkalamaya başladı. Bir ayağının çivisi sökülmüş ve sallanıyordu oturak. Oturağa kızgınlığı çabuk geçmiş olacak ki, türküler mırıldandı.- Bir dalda iki kiraaaaz…Ayranı yıkanmış, cam göbeği rengindeki kömüş tereyağı da sofraya konmuştu işte. Yayığın işi bitene kadar, diğerleri de uyanıp yüzünü yıkamışlardı çoktan. Uykucu küçük kız annesi öpmeden uyanamadı bir zaman; nazlıydı biraz.Güle oynaya yaptılar kahvaltıyı. Çocuklar el ele tutuşup okula, kocası da dükkana gidince, sofra toplanıp, bulaşıkları yıkadı mozaik mutfak lavabosunda. Bir yandan da şükretti aile saadeti için. Kaynanasının memnuniyetsiz yüzüne bakmaktan çekindi. Havalandırmak için açtığı boyasız, ahşap penecere kanatlarını gıcırtıyla kapattı.Ahırdan çıkartıp önüne kuru ot koyduğu eşeğine ambarın üstünde duran semeri ardtı. Sonra, fındık dallarından yapılmış heybeleri çıkarttı oluktan. Islak heybeler de eşeğe ardılıp, bohçalar ve bir şişe su ile yarım ekmek de asıldı semere.Güneş yükselmeye başladığında telaşeyle çıktı kapıdan. Saat sekiz olmuştu. Islak heybe gıcırtısı eşliğinde ağaç arasına girdiğinde, tarla yollarındaki diğer kadınlarla selamlaştı.- Bamiyiye mi gidiyon?- Hi. Bamiyiye gidiyon.- Sen nereden geliyon?- Bamiyeden geliyon. Böğün bek çok. Bi de bek sulamış körolasıca sucu.Hacıosman Çayırı’nda bohçalarına yaslanmış dinlenen birkaç ihtiyar kadınla da selamlaştılar.Tarlanın yeni sulanış olduğunu görüp yüzünü ekşitti. Yeni sulanan tarlada bamya toplamak zordu. Bamya kopmazsa, kökünden sökülüveriyordu devekler. “ne çok açmış bugün” diye söylendi. Gri renkli naylon ayakkabılarını ve çoraplarını çıkartıp, kaşa koydu. Tire işi, elleriyle dokuduğu önlüğünü beline sıkıca bağladı. Beyaz çarını (eşarp) toplayıp, arkaya attı. “Bismillah” deyip daldı yeni sulanmış, balçık içindeki bamya tarlasına.Bamyalar henüz göğüs hizasındaydı ve metrekarede neredeyse on, on beş kök vardı. Her bir kök bamyanın üstünde iki üç çiçek görünüyordu. Adım attıkça ayakları bileklerine kadar çamura gömülüyordu. Çamura bastıkça çıkan sesten ve balçığın iki yana sıçramasından tuhaf bir keyif alıyordu. Güneşte altın gibi parlayan iri bir bamyaya uzattı elini. İçindeki mor çenek bile sabah güneşinde iştah açıcı parlaklıktaydı. Çiçeği koparmasıyla parmağında acı duyması bir oldu. Yine bir eşekarısı sokmuştu aylardır bamya toplamaktan incelmiş parmağını. ‘Ermiyesice’ diye bir beddua mırıldanıp devam etti. Eteği doldukça, kaşa serdiği büyük çarşafa boşaltıp, kaldığı yerden devam ediyordu. Güneş tam tepesinde yükseldiğinde öğlen ezanı okunuyordu. Acıkmıştı. Başı ve omuzları kızgın öğlen güneşinde kavrulurken, buz gibi kuyu suyuyla sulanmaktan balçık olmuş tarla çamurundan dolayı ayakları üşümüştü.Yoldan geçen bir motor, ortalığı Karaçay tozuna boğdu. “Bu sene bamya iyi para ederse bir sepetli motor aldırayım” diye geçirdi içinden. Çelebiağasının düğünü için para lazım olduğu geldi aklına. Panayırdan geçen sene gözünün kaldığı kırmızılı entariyi bari almalıydı.Bamya bittiğinde mutlu hissetti. Tarla kaşlarında yükselen otlardan biçti bir bohça. Salatalıkları, domatesleri, çalı fasülyelerini topladı. Biraz şeftali yoldu çocuklar için. Eşeği ardıp eve doğru yola koyuldu.Eve vardığında öğlen vakti geçmek üzereydi. Ahırda yeniden hayvanlarını doyurdu. Eşeğini sulayıp, serin ahırına bağladı. Çamur içindeki bacaklarını avludaki olukta yıkadı. Tarladan getirdiği patlıcanları dilimledi. Pirinçle patlıcanı karıştırıp sepme pişirdi ocakta. Çocuklar döndüler güle oynaya okuldan. Üzerine sarımsaklı yoğut döktükleri sepmenin yanına, kocaman bir kara soğan kestiler. Her kaşıkta bir soğan parçası gidip geliyordu. Daha sofradayken komşu kadınlar bamya bohçalarını kapıp, birlikte dizmek için asma altına geldiler. Bamyalar pamuk ipliklere el uzunluğundaki iğnelerle dizilirken, evlenenlerden, kocasının dövdüğü ya da Tosya’ya gezmeye götürdüğü diğer kadınlardan söz ettiler.- Kirişlerin gelin boşanıyomuş bak hele, diye fısıldadı Elekçi Perihan.Diğerleri, sanki orada kendilerinden başka birileri varmış da onların duymasını istemiyormuş gibi fısıltıyla onayladılar onu.-Kocası bek dövüyodu öğsüzü. Gün yüzü göstermedi yavrucağa, diye acıdı biri.Bamya dizme bittiğinde yatsı okunmuştu. Çocukların ödevlerini yapıp yapmadığına bir göz attı Kadın. Eh fena değildi. Çoktaan uyumuştu zaten çocuklar. Televizyonda bir filme takıldı gözü. İçi gıcıklandı. Kocası saçını okşamayalı yıllar olmuştu. “sarhoş gelmese bari gene” diye mırıldandı. Yatağına uzandığında tatlı bir yorgunluk ve huzur duydu kadın. Şükretti. Sabah yine gün doğmadan uyanıp, bamyanın çiçeğini çıkardı.Adı mı neydi kadının?Bilmem, sormadım ki. Ama, çocuklar ‘ana’, kocası ‘gız’ diye seslenirlerdi ona.NHK08 Mart 2016Facebook sayfasından