SİSTEMSEL KRİZLER İÇİNDEKİ KÜRESEL EKONOMİ
Ersin DEDEKOCA
Kapitalizm, döngüsel krizlerle kendini yenileyip güçlenen, krizlere alışkın bir sistem olarak 2000 başına kadar gelmişti. En azından küreselleşme öncesinde, en zorlu sınavları bir şekilde atlatmayı başarmıştı.
Bu süreç, 2000’li yıllarla birlikte, kriz döngüsünün “aralıklarının azaldığı”, bir krizden ötekine geçiş gibi “devamlı” bir hal almaya başladı. Kriz döngüsü, var olan krizin bir sonrakine aktarılarak ötelenip, birikimli krizlere dönüşmesine yol açtığı gözlenmektedir. Keza bu kez sorun, 1929’da olduğu gibi tek bilinmeyenli bir denklem şeklinde değildir. Farklı olarak, saymakla bitmeyen dönemsel çözümlerle ötelenen, kaynakların amansızca sömürüldüğü ve eğer bir çözüm bulunmazsa mevcut sistemin çökmesine yol açacağı görülmektedir.
Kısacası küresel ekonomik sistemin çökmesine yol açabilecek, ama yeni bir seçeneğin doğmasına izin vermeyen, neticede “toplu yok oluşa” kadar gidebilecek bir “sorunlar yumağı” sıkça yüzünü göstermektedir.
Bu arada Rusya-Ukrayna Savaşı, parasal sıkılaşma ile banka krizleri, dünya ekonomisindeki riskleri arttırmaktadır.
Bu aşamada Batı’nın yapmak istediği ise, mevcut “kapitalizm sisteminin yeni bir evresine” geçmek için bir “dönüşümü” hayata geçirmek olarak ortaya çıkmaktadır. Bu düşüncenin dönüşüm anlamında yapacaklarını da, hidrokarbon temelli enerji sistemini değiştirmek; kol emeğine dayalı üretimi en aza indirmek; küresel ölçekte yeni bir para sistemi oluşturup, musluğun başını tutmak ve ulusal sınırların ötesinde bir küresel şirketler sistemi kurmak olarak sıralanmaktadır.
Yazının temel ereğini, öncelikle mevcut sıkıntıların niteliğini ortaya koymak sonrasında da, düşünülen dönüşüm modellerinin irdelenmesi şeklinde özetleyebiliriz.
MEVCUT “DÖNDÜRÜLEMEYEN” SİSTEME TOPLU BİR BAKIŞ
- Döndürülerek Yüzdürülmeye Çalışılan Devasa Küresel Borç
Yıllık GSYH’nın yaklaşık 100 trilyon Amerikan Doları ($) civarında küresel ekonomi sistemi büyük bir “borç yükü” altındadır. 300 ile 350 trilyon $ (küresel GSYH’nın 3,5 katı) arasında olduğu tahmin edilen bu borç yükünün daha da artacağı aşikârdır. Söz konusu bu borç tutarı, devletlerin devletlere, şirketlerin şirketlere, hane halkının finans kurumlarına, aklınıza gelebilecek her türlü kayıtlı borç ilişkisini içermektedir.
Bu bağlamda küresel ekonominin hızla büyümesini finanse eden ve aslında gelecek için varsayılan hasıladan ödünç alma üzerine kurulu “türev piyasa ürünleri (derivatives)” de önemli bir yer tutmaktadır. Hatırlanacağı gibi, 2008 Finansal Krizinin başat nedenlerinden olan CDO (Collaterilized Debt Obligation-Teminatlandırılmış Borç Yükümlülükleri) çok konuşulmuştu. 2021 itibarıyla yaklaşık 1.000 trilyon $ (küresel GSYH’nın 10 katı) bir hacmi olan türev piyasaların en toksik ürünleri CDO idi. Şu anda toplam CDO’nun ne kadar hacme sahip olduğu ve bunun ne kadarının küresel borç yükünde yer aldığı konusu tam net değildir.
CDO’lar sonuç itibarıyla “teminatlı krediler” anlamındadır. Bir ticari banka kişilere teminatlandırılmış (taşınır veya taşınmaz mal güvenceli) kredi verir. Bu kredileri bir pakette toplar ve bir yatırım bankasına satar. Yatırım bankası bu kredileri alarak, kredi teminatları üzerinde hak kazanır. O yatırım bankası da bunu bir sigorta şirketine satabilir. Bu varlıklar küresel piyasalarda alınıp satılabildiğinden yatırım fonları, emeklilik fonları ve devlet fonları da bu alışverişe dâhil olurlar. Söz gelimi bir ipotekli kredi işlemi finansal piyasalarda öyle işlemlerden geçer ki, sonuçta bu rakamın onlarla çarpılmış ve “köpürmüş” olduğu görülür. Bu köpüklü varlıkların, bir emlâk balonu patlaması ya da piyasanın bir krize girmesiyle, değerinin “çöp” olması deneyimlenmiş bir gerçektir. 2008 Finansal Krizinde üç-beş kurban verilerek içinden çıkılan o tehlikeli süreç işte bu toksik CDO’lardan kaynaklanmaktaydı. Bu bağlamda, şimdilerde küresel emlâk balonunda sönmeye yönelik işaretler alınmaya başladığını belirtmeden geçmemek gerekir.
Çin Kalkınma Forumu’nda konuşan IMF Başkanı Kristalina GEORGIEVA, “Yüksek borç seviyeleri döneminde finansal istikrara yönelik riskler arttı” dedi. Georgieva, gelişmiş ekonomilerde son zamanlarda bankacılık sektöründe yaşanan kargaşanın ardından finansal istikrara yönelik “artan riskler” konusunda uyarıda bulunarak, yüksek borç seviyeleri döneminde bu risklerin daha da arttığını belirtti.
- Genelde Negatif Revizyonlar Dönemi
Bu konuya giriş yapmak amacıyla iki jeopolitik gelişmenin üzerinde durmak gerekmektedir. Güneydoğu Asya’da bir çatışma olasılığı, en azından iki sektör için “yıkıcı” bir anlan taşımaktadır. Birincisi Çin kaynaklı çip tedarikinin durması durumunda, otomotiv sektörünün çok ciddi bir üretim krizine girmesi; diğeri ise, Tayvan’ın bu çatışmada odak olması durumunda bilgi teknolojileri sektöründe çok ciddi bir çip krizi yaşanmasıdır. Zira halen neredeyse bilgisayar çipi üretiminde Tayvan alternatifsiz durumdadır.
Rusya-Ukrayna savaşının sonucunda, şu an biraz sakinleşmiş görünse de enerji fiyatlarındaki artış ve enerji krizi, enflâsyon sarmalının artmasının sebeplerinden birisidir. Buna, iklim krizi kaynaklı tedarik sorunlarının artarak devam edeceğini de eklemenin gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu faktörlerin sadece birkaçını ele alarak 2023 yılı öngörülerine geldiğimizde, gerek Uluslararası Para Fonu (IMF), gerek Dünya Bankası (DB), gerekse diğer resmi ve resmi olmayan uluslararası kurumların büyüme tahminleri, zaten bir olgu haline gelen resesyonu teyit eder niteliktedir. Kurumlar büyüme öngörülerinde negatif revizyonlar yapmayı sürdürmektedir.
Önce büyüme tahminlerine bakarsak, 2021’de yüzde 6 ve 2022 yılında 3,4 oranında büyüyen dünya ekonomi ile ilgili IMF’in 2023 için küresel büyüme öngörüsü önce 3,4 iken, bu öngörüsünü Temmuz ayında 2,9’a, Ekim ayında 2,7’e düşürdü. Ocak 2023’te yaptığı hesaplamayla, 2,9 olarak güncelledi. Kurum, 2024 için daha iyi bir görünüm öngörse bile, küresel büyümenin son 10 yılın ortalamasının altında kalacağını düşünmektedir.
DB ise, kendi hesaplamalarına göre 2021’de yüzde 5,5, 2022’de 4,1 oranlarında büyüyen küresel ekonomi için, önce 3,2 oranında artış öngördüğü küresel ekonomi 2023 yılı büyüme tahminini Haziran 2022’de 3’e, Ocak 2023’de de 1,7’e revize etti. “Durgunluk” faktörünü çok öne çıkaran DB’ye göre 2023 yılı pek çok sürprize açık ve çok değişkenli sorunlar yumağı nedeniyle, fazlaca revizyonla geçecek bir yıl olacaktır.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nin bu ay (Mart) yayınladığı “Interim Economic Outlook”da küresel büyüme için yaptığı yüzde 2,6 oranındaki tahmini, 2022 yılı için hesapladığı 3,2 gerçekleşmesinin altındadır. Ve görünen o ki, tüm güncellemeler genelde negatif yönlü olacaktır.
- Yüzde 2 Büyümeye de Şükreden Ekonomi Yönetimleri
Yatırım bankaları ve dereceleme kuruluşlarının beklentilerine baktığımızda da durumun farklı olmadığını görmekteyiz. Geçtiğimiz yılsonunda küresel ekonomide büyümenin 2023 yılında, 2022 yılındaki yüzde 3’ten yüzde 2.2’ye gerileyeceğini öngören Morgan Stanley, gelişmekte olan piyasalar için 2023 yılı büyüme tahminini yüzde 3.7 olarak belirledi. Sadece geçtiğimiz Ocak ayında yaptığı tahminde Euro Bölgesi içim 2023 büyüme öngörüsünü, düşen enerji fiyatlarını dikkate alarak, 0,2’den yüzde 0,5’e çıkardı.
Geçtiğimiz Eylül ayında yayınladığı “Global Ekonomik Görünüm” raporunda küresel ekonomi için 2023 büyüme tahminini yüzde 1,7’ye indirmiş olan Fitch, bu öngörüsünü yüzde 1,4 olarak revize etti.
Küresel enflasyonun hızlıca düşmesinin muhtemel olmamasının para politikasını “sınırlayıcı” olmaya zorladığını belirten Barclay’s ise, 2023 yılı için GSYİH büyüme beklentisini yüzde 2,2’den yüzde 1,7’ye düşürdü.
Özetle, bazı sapmalar dışında genel olarak tahminlerin yüzde 2 bandında gezindiğini söyleyebiliriz. Ancak yılın geri kalan sürecinde negatif yönde revizyonlar gelmesi olasılığının oldukça yüksek olduğunu belirtmeliyiz. Çünkü Rusya-Ukrayna savaşı, bu savaşın bazı çevre ülkelerini de içine alma ihtimali, Uzak Doğu’da yeni bir çatışma beklentisi, direşken nitelikli global enflâsyon, enerji fiyatları, tedarik zincirindeki sorunlar diye başlayan bir listenin uzunluğu bizi böyle bir düşünceye itmektedir.
- Adı Konulmamış Durgunluk (Resesyon)
Bu konuda ayrıntıya girmektense, OECD’nin Baş Ekonomisti Alvaro Santos PEREIRA’in, OECD Economic Outlook, Volume 2022’deki 22 Kasım 2022 tarihli sunum yazısından bir alıntıyı aktarmayı yeğledik: “Oldukça zorlu bir ekonomik gelecekle karşı karşıyayız. Temel senaryomuz küresel resesyon değil, ancak 2023 yılında ekonomik büyümede çok ciddi bir durgunluk yaşanacak olması. Bunun yanında zaten oldukça yüksek olan enflâsyon düşüş eğilimine girse de, pek çok ülke için sorun olmayı sürdürecek”. Kısacası, kurumsal bir raporun sunuş yazısı olmasa, neredeyse “bölgesel stagflâsyon” olasılığından söz edecek!
Daha önce de belirttiğimiz gibi enflâsyon ve enflâsyon bekleyişleri kontrol edilemezse, “para politikalarının daha fazla sıkılaştırılması” olasılığı çok güçlü durmaktadır. Özellikle bu son olasılık, “küresel resesyon riskini” ortaya çıkaran başat faktör olacaktır. Şimdi küresel ölçekte yaşanan tam da budur. Direşken bir enflâsyon=> sıkı para politikası=> durgunluk. Eğer böyle giderse, enflâsyon ve durgunluğun birlikte yaşanacağı “bölgesel stagflâsyon” olasılığı.[4]
Diğer yandan, ücret artışı, talep baskısı “sorunu” yokken enflâsyona yüksek faizle müdahale etmek, Raghuram RAJAN’ın vurgusuyla, “Resesyon yumuşak mı sert mi olacak” sorusunu akla getirmektedir.[5] Görünen o ki, bu ay Atlantik’in iki yakasında yaşanan bankacılık krizi sonrası, söz konusu “mücadelenin daha yavaşlayacağı” beklentisi ağırlık kazanmaktadır.
- Öngörülememe ve Etkin Olmayan Çözümler
Aslında, Covid-19 salgını öncesinde, küresel ekonomi için çanlar zaten çalmaya çoktan başlamıştı. Salgın, belki de bu çanların sesinin duyulmasını engelledi. Bu “beklenmedik” süreçte, Dünya Sağlık Örgütü (DTÖ) ve diğer bilimsel kurumlar pek çok salgın simülasyonu yapmışken hem tek tek devletlerin ve hem de genel olarak küresel sistemin, yapısal bunalımı ortadan kaldırmaya yönelik bir önlem almaya ne gücü ne de cesareti vardı.
Ama özellikle salgının ilk yılında, birikmiş potansiyel kriz faktörlerinin pandemi ile birlikte çeşitlenmesi, sürecin çok daha zorlu olmasını getirdi. Sonuçta, salgın tam olarak atlatılamasa da, sistemin kapanmalara dayanacak hali kalmadığından normalleşme süreci başlatıldı.
Zorunlu olarak uygulanan “gevşek para politikasının” sonucu olarak ertelenen taleplerin fiili talebe dönüşmesiyle birlikte, “enflâsyonist sarmalın” bir “tehdit” olarak ortaya çıkacağı öngörülüyordu. Fakat ortaya çıkan olgu, öngörülenin ötesinde bir sonuçtu. Tedarik zincirindeki kopuşların etkisi de, enflâsyonun körüklenmesini getirdi. Tedarik zincirindeki kopukluklar günümüzde de sürmektedir. Çin’in, salgın nedeniyle “kapanmaları” yeniden başlatıp, bunu biraz da siyasi bir baskı aracı olarak kullanmasıyla, tedarik zincirinin toparlanması da 2022’nin ikinci yarısında aksadı.
Sürpriz bir şekilde Çin sınırlarının yabancılara açılması ve sınırları içerisindeki kısıtlamaların kaldırılarak ekonomik hareketliliğin sağlanması, küresel büyüme beklentileri hakkında olumlu beklentiler yarattı. Şimdilerde yeniden normalleşme adımları atan Çin, Çin Komünist Partisi (ÇKP) Kongresi’nde belirlediği hedefler doğrultusunda “ekonomik yeniden yapılanma” sürecine girdi. Eşzamanlı olarak ÇKP tarafından “savaş koşulları” tespiti de yapıldığı için, anılan sürecin nasıl ilerleyeceği bu aşama için “bilinmez” niteliğindedir. Ama şu bir gerçek ki, Çin, üretim üssü olmasının avantajını bir silah olarak çok daha sık kullanacaktır.
DÜĞÜMÜN ÇÖZÜLMESİ KOLAY DEĞİL
Dünyanın ekonomik sisteminde yaşanan ve bir düğüme dönüşmüş “yapısal bunalımını”, şu günlerde yaşanan bir çeşit yeni tip dünya savaşı diyebileceğimiz, sürmekte olan Rusya-Ukrayna savaşı veyahut yarın yaşanacak bir Çin-Tayvan savaşı da çözemeyecektir. Çünkü silahlı savaşlarla krizden çıkma modeli artık geçmişte kaldı.
Bu bağlamda günümüz yeni sektörlerinin söz konusu çözümde işlevi nedir? Söz gelimi yeşil ekonomi? Pek mümkün görünmüyor, zira 1929’da dünya nüfusu sadece 2 milyar iken, bugün 8 milyar insan yaşamaktadır. Sadece Çin ve Hindistan’ın nüfusunu toplasak, o dönemdeki dünya nüfusunu 1 milyar kişi aşmaktadır. Yani bir ya da birkaç sektörün kapitalizmin yeniden ayağa kalkmasını sağlaması mümkün değil. Küresel ekonominin girift yapısı da, böylesi bir yeniden yapılanmaya elverişli değil.
Peki yeni bir finansal model? Örneğin 1980’lerde ortaya çıkan “monetarizm” gibi bir şeyler? Görünen o ki, zaten o günlerde kapitalizmin hızla gelişmesini sağlayan para ve maliye politikaları, aynı zamanda bugünkü yapısal bunalımın da temel etkenlerinden biri durumunda. “Keza “o zaman yeniden Keynes’a sarılırız, yine düze çıkarız” demek de mümkün değil. Zira “küresel finansal sistemin” içinde bulunduğu “batak”, küresel ölçekte üretimin Asya-Pasifik’te öbekleniyor olması, ayrıca Batı kapitalizminin kurallarına uymaya hiç de niyetli olmayacak ülkelerin sayısının gideren artması, böyle bir modelin dünya ölçeğinde işletilmesine engel durumundadır. Çin, Hindistan, Rusya ve daha pek çok gelişen piyasanın bunu kabul etmeyeceği baştan belli iken, ulusal sınırlara geri dönüp, “otarşik” bir ekonomik modele sığınmak da olanaksız durmaktadır. Çünkü günümüz yükselen ekonomiye sahip ülkeleri mevcut koşullardan ziyadesiyle memnundur.
- Yeşil Ekonomi, Yapay Zekâ ve Diğerleri
Günümüzde, başta ABD ve AB’nin küresel ekonominin kurallarını değiştirmeye yönelik hamleleri, gelişen ve gelişmekte olan ülkeler tarafından öyle kolay kolay benimsenecekmiş gibi görünmüyor. Zaten mevcut sistem onların çıkarına ise niçin benimsesinler ki!
Bu durumda ne yapmak istiyor Batı kapitalizmi? Yanıt: Kapitalizmin yeni bir evresine geçmek için bir dönüşüm hamlesi. Nasıl? Yanıt: Hidrokarbon temelli enerji sistemini değiştirmek, kol emeğine dayalı üretimi en aza indirmek, küresel ölçekte yeni bir para sistemi oluşturup musluğun başını tutmak ve ulusal sınırların ötesinde bir küresel şirketler sistemi kurmak. Saniyen biyoteknoloji, yapay zekâ, elektrikli otomobil, hidrojen enerjisi, füzyon vb.
Ama bu değişim, dönüşüm bu kadar kolay mı? Hidrojen enerjisine geçmeye izin verir mi petrol kartelleri kolay kolay? Milyarlarca $’lık dönüşüm yatırımını hemen yapabilir mi otomotiv endüstrisi, elektrikli araçlara geçebilmek için? Yapay zekâ bu hızla yayılırsa, işsizler ordusu ayaklanmaz mı? Keza, geri bırakılmış ülkeler, tam kalkınmaya başlarken, son 150 yıldır dünyayı kirleten gelişmiş ülkelerin gündeme getirdiği karbon vergisini öder mi?
Yanıt: Gelişmiş ekonomiler ve sektörler kolayca böyle bir dönüşüme razı olmaz. Ve tabii buna karşı direnç de yükseliyor, hatta bambaşka bir biçimde “bölgesel savaşlarla” sürecek şekilde. Üçüncü bir dünya savaşı da bu sebeple gündemde!
- Gelişmişlik Makasının Açılması
Bu büyüme tahminlerinin aslında, küresel durgunluğun teyidi anlamına geldiğini biliyoruz. Zira gelişmiş ülkeler ile gelişen ve gelişmekte olan ülkeler için büyüme oranları çok farklı anlamlar taşımaktadır.
Söz gelimi gelişmiş ekonomiler, salgın sürecinde kaybettiklerini hemen hemen geri aldılar gibi durmaktadır. Oysa ki, birçok kırılgan ekonomi için ise kayıpları henüz telâfi edilemedi. Gelişen ekonomiler arasında, kırılgan ve çatışmalardan etkilenen ekonomilerin GSYH’si, pandemi öncesi seviyelerin yüzde 7,5 altındadır. İklim krizi kurbanı küçük ada devletlerinin ulusal gelirleri ise salgından bu yana yüzde 8,5 civarında azaldı. Yani gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasında makas biraz daha açılmış oldu. İşte genel fotoğraftan, sorunu biraz daha ağırlaştıran bir başka kare.
Ersin DEDEKOCA