PİKNİK
Pikniğe gidiyorsun ormanı yakıyorsun.
Sahile gidiyorsun çöpünü orada bırakıyorsun, adını duyduğun her kumsala, her tatil beldesine, her köye, her parka gidiyorsun çocuğunun altını değiştirdiğin bezini oraya atıyorsun.
İçtiğin biranın şişesini arkandan kim toplayacak sanıyorsun?
Yetmiyor pet şişeye işiyor sidikli çöpünü de her yere bırakıyorsun.
Nereye gitsek senin izlerini görüyoruz.
Her dağ başında, her deniz kıyısında, her doğal parkta, her doğal güzellikte.
Dünyanın en güzel, en özel, en eski tarihi eserlerine sahip olsak ne fayda, sen en mahrem mağaraların duvarlarına o saçma sapan adını yazıyorsun.
Üstüne başına bakınca insana benziyorsun ama ne yazık ki olamıyorsun.
Çocukların karınca yuvalarını bozuyor, bön bön bakıyorsun, sokak köpeğine taş atıyor sırıtıyorsun, kedinin yavrularını alıp ölümüne sebep oluyor iyi bir şey yapıyor sanıyorsun, kuşların yuvalarını dağıtıyor kıs kıs gülüyorsun, doğal yaşam parklarında soyları tükenmek üzere olan her canlıyı avlıyorsun, bir de fotoğrafını çekiyorsun.
Sonra bunları sosyal medya da paylaşıyorsun, buralardan bakılınca pek sosyal, pek afilli, pek modern, pek bilmem ne görünüyorum sanıyorsun.
Kendinden başka hiç bir şeyi düşünmüyorsun, yaşadığın gezegenin ve hatta oturduğun sokağın bile farkında değilsin.
Saçlarını jöleleyip, kıçına da Kot’u çekince bir şey oldum sanıyorsun. Hatta kimi zaman turist avına çıkıp kitap okuyormuş gibi bile yapıyorsun. Oysa sen ne okuduğunu anlayacak zekaya sahipsin, ne de dünyayı görecek gözlere.
Yazık ki bizde senin verdiğin hasarı tamir için kendimizi paralayıp duruyoruz.
Keşke hiç doğmamış olsan. Sensiz ne mutlu olurdu bu dünya.
Sibel Onbaşıoğlu